Başlığa gerek var mı?
Biraz karalayacağım çünkü, anlatacaklarım var.
Bu anlatılanlar işsiz bir reklam yazarının günlüğü değil ama aklına gelenleri hiç düzeltmeden kağıda kustuğu şeylerdir. Hadi başlayalım.
Asıl mesleğim, daha doğrusu eğitimini aldığım “şey” gazetecilik. Ama ben o kadar gerçek değilim. Orada yaratılan şartlı ya da şartsız gerçeklik bana göre değil. Gerçeklik bana göre olmalı. Elinden geldiğince göreceli olabilmeli hatta. Yeri geldiğinde kaçış olabilecek bir “şey” belki de. Kendimi nasıl gerçekleştirebilirim derken çeşitli mesleklerde buldum kendimi. Taksi şoförlüğü, fotoğrafçılık, reklam yazarlığı, garsonluk vs. derken içinde en çok huzur bulduğum reklam yazarlığında karar kıldım ve şu an işsizim (burada ağlayan tebessüm var) Acının tatlı tebessümü.
Peki benim bir günüm nasıl geçiyor?
Hadi maceradan çok uzak bir şekilde dört duvar arasında neler yaptığıma bakalım.
Uyanıyorum.
Telefonu buluyorum yatağın köşesine gitmiş yine. Bildirimlere bakıyorum. Çok kısa sürüyor bu etkinlik. Aile grubuna atılmış özlü sözlerle dolu reelsi izleyip Linkedin’e giriyorum.
İş ilanları>metin yazarı>evet türkiye geneli> 3 yıl deneyim… o bende mevcut değil maalesef. “Belli mi olur ya?” deyip yolluyorum cv’mi. Yataktan atıyorum kendimi. mutfakta ev arkadaşımın evden çıkmadan önce demlediği ve şu an bayata kaçmış acı kahveyi sigarayla yutuyorum. Bu öyle bi sabah. Ne güzel bir kahvaltı barındırıyor ne de o kadar iştahım var.
Hadi temizlik yapalım.
Mevsimsel olarak gelmese de takvimsel olarak gelen bahara yakışacak bir temizlik yapalım. Yani perdeleri yıkayalım. Deterjanı çok koydum kesin çok köpürecek yine. (burada ağlayan tebessüm var) Olsun diyor ve salonu toplamaya süpürüp silmeye başlıyorum. Bir ara aklıma gelen hikaye konusunu not etmek için odama gidiyorum ve odamı temizlerken buluyorum kendimi. Müzik açayım derken youtube’da video izlemeye geçiyorum. Sonra arkadaşımın gönderdiği videoya bakmak için instagram’a bırakıyor bu etkinlik kendini. Vileda kovası salonda beni bekliyor.
Öğlen olmuş.
Hangi uygulamada indirimim var hangisinde kuponum var derken yine midemi vücudumdan atmak isteyeceğim sağlıksız mı sağlıksız bir yemek söylüyorum. Yemek gelene kadar izleyecek bir şey bulmalıyım. 5 dakikalık bir yemek için 25 dakikalık bir şey buluyorum. Çünkü neden olmasın.Yemek yeniyor, sigarası söndürülüyor. Dinlensem mi biraz?
Birazcık dinleneyim dersem kesin uyurum. Kalan temizliği o kadar hızlı bitiriyorum ki kendime bile hayret ediyorum.
Kitap mı okusam? Kimi kandırıyorum tabii ki okumayacağım.
Arkadaşımı arıyorum.
Alo.. Napıyosun? Kahve içelim mi? Ya da kahve bahanesiyle bira mı içelim? İkinci olasılık her zaman kazanır. Bira kahveyi döver. İyi ki ben işsizken işsiz olan başka arkadaşlarım var.
Hızlıca bir duş alıyor. Güneşsiz havada sırf hava olsun diye “ışıklar çok yansıyor” bahanesiyle taktığım güneş gözlüğümle dışarı çıkıyorum.
Kahve birayı dövüyor ve bir barda bar taburesi üstünde zeytin bira ikilisiyle yaşadığımız hayata söverken buluyoruz kendimizi. Keyfimizden ödün vermeden.
27 yaş geyikleri başlıyor.
Çevremizdeki insanlar evlenmiş ya da evlenmek üzere “Biz napıyoruz?, Mutlu muyuz bu durumdan? Devam abi ya!” sözler eşliğinde bardakları tokuşturuyoruz. Birbirimizin p****liğini yaparcasına karşılıklı övgüm bombardımanlarına tutuyoruz birbirimizi. Bazen yersiz moral gerekir çünkü. Arkadaş arkadaşın antidepresanı olmalı. Her zaman değil ama ihtiyaç dahilinde bu mümkün kılınmalı. Her konuşmada ismi zikredilen 27 yaş klübünden konu açılıyor. Sonra ne Kurt Cobain gibi elimize alcak bir tüfeğimiz ne de Jim Morrison gibi aşırı dozdan gidecek kadar paramız var. Kaldı ki ne gerek var? Şu eşiği atlatmaya son 3-4 ay var.
Hayat lineer bir süreç mi? Hayır değil. Olamaz da. Herkesin imkanı aynı değil. Olsa da herkesin hevesi aynı değil. Bu konu başlıkları altında hesabı ödüyor ve evlere kaçıyoruz.
Bir gün daha bitti.
E perdeler? Asalım hadi.